Modern Zamanlar
Öncelikle bünyemde biraz alkol olduğunu ve bunun herkes gibi beni de değiştirdiğini açıklayayım. İnsan, gevşeyince gerçekten kendisi olabiliyor bazen. İçinden geldiği gibi, filtreleri kaldırıp… gerçi uzundur, alkolsüz de bir hayli filtresizim sanki. Korkacak, kaçınacak, hesap verecek bir merci kalmadı zira. Kendisi olsa, bunun korkulacak bir şey olmadığını açıkça belirtirdi; ben de ona bunun saygı gibi bir şey olduğunu açıklamaya çalışırdım.
Bu sabah Yunan saatiyle 5 gibi uyandım. Onu düşünerek. Anılarımızı. Sonra annemi. Anılarımızı. Hepsi, sanki şu an olmuş gibi bir bir çıktı su yüzeyine. Ne kadar fazlaymış diyebildim ilk defa. Bunu demek, yaşayan taraf için bir hayli zor. Bir nevi, normalin o oluyor. Oysa ki, yaşananlar o kadar da normal değil. Yani, ne bileyim, her gün duymuyoruz, her gün olmuyor gibi.
Anacığım gidince ağlayamamamdan tut, onun evinde, onun eşyalarıyla 7 sene yaşamama kadar garipmiş her şey. Şu an, babamla ilgili her şeyi çabucak yok etmeye çalışıyorum. Pek tabii, çok özel şeyleri koruyarak. Ama, son dokunduğu kağıt vb. şeylere artık anlam yüklemiyorum, yükleyemiyorum. Giden gitmiş. Nerede bir temas arasam da yok ki asla! Sadece, zihinde anılar, anlar, sesler, görüntüler. Her şey bir rüya gibi hatta bazen…
Hayat, bir illüzyondan ibaretse, zaten farklısı düşünülemezdi. Ben uydurmadım bunu; doğu felsefesi başka da bir şey demiyor sanki. Ölünce, anlayacağız ya da anlamayacağız ama olan her ne ise, sadece bir takım deneyimler. Çok da ahım şahım değil; tepki veriyorsun, önemli kılıyorsun. Geçiyor. O da geçiyor. Yenileri geliyor elbet.
Kafamdaki en büyük soru şu: Yalnız olmak iyi mi, kötü mü? Yalnızsan, özgürsün bir kere. İstediğini yapabiliyorsun. Sorumluluk yok, hesap vermek yok. Bekleyen, merak eden yok. İşte burada başlıyor kırılma… Ya kimsenin umurunda değilsem? Ya, cidden merak etmiyorsa kimse? Ya, yok olur gidersem…
Şahit aramak gibi paylaşmak. Var olduğunu doğrulamak, yaşadıklarını gerçek kılma arayışı sanki. Yoksa, sadece zihin ve sen varsın. Sana ve zihnine bakan bir sen daha var gibi hatta. Dış ses gibi; şu an şunu yaşıyorsun diyen. Ya da, bu sadece aşırı farkındalık artık. Ama, güzel. Net ve berrak. Gerçek. Çok gerçek.
Kimse görmezse, ben görürüm demek gibi… ama bir yerden sonra da yorucu. İstiyorsun ki o hissi, o duyguyu aktarabileyim. Yolu her ne ise. Ve, biliyorsun ki asla ama asla, aynı anda aynı yerde olsan bile biriyle tamamen aynı şeyi hissetmiyorsun.
Sonra diyorsun ki, o ne anlarsa, önemli değil. Yanımda durur mu sadece? Bir yazım vardı, burada, “Benimle döner misin?” diye. Şu an, tam hatırlamasam da, bunları anlattım gibi geliyor; okuyacağım tekrar.
…
Yalnız olmayı ben seçtim gibi. “Tek akmayı.” Sorumluluktan kaçmak bu aslında. Ya da, yüklerin fazla gelmesi ve bir tane daha fazlasını istememek gibi. Ama, biri olursa, dertleri, yükleri değiş-tokuş edersin gibi. Maalesef, o eşit ve dengede değiş-tokuş hissini alamadım demek ki. Ya fazla, ya az olmak; bu da tamamen uydurmaca, zihin uydurmacası ama var böyle bir şey. Olduğun gibi olamadığın yerlerde, değil yük alış-verişi, hiçbir şey istemiyorsun.
Sonra, tek başına, 4 gün, bir adanın kasabasında, saatleri sayıp ucuz şarap içip düşünüp taşınıyormuşsun.
Bir karara varmadım. Hala bilmiyorum hangisi daha iyi. Şimdilik ben iyiyim ama. Yüzleşmek, düşünmek, kah ağlamak, kah gülmek iyi geliyor.
En güzeli de, kendim diye çok eğlenceli bir arkadaşım varmış. Aynı tatlılıkta devam edebilecek canlara kolları hep açık, onu alıp yerden yere vuracaklara ise en ufak zerresini bile kıpırdatmayacak…
O zaman, herkesin şerefine bu kadeh!
Filed under: Uncategorized | Leave a Comment
Neler oldu neler…
and, we’re back…
İnsanlar neden yazar? Neden anlatma çabasındadır. Paylaşmak, şahit aramak; normalleşmek… ve, belki de unutulmamak!
Güvende hissetmek de olabilir bu. Güvenle ilgili kafamda çok fazla şey dönüyor bu ara. Anksiyete, öfke, depresyon vb. nahoş hallerin temelinde hep “güvende hissetmeme”ye doğru bir yol var sanki. “Kontrol manyaklığı” da bunlardan bir başkası; uçaktan korkanların, “Durun! İnecek var!” deme özgürlüğünün olmaması şüphesiz bir güvende olmama hâli yaratıyor. “Ya bir şeyler ters giderse?”
Psikoterapideki tatlı soru-cevap oyunlarından biridir bu: “Şu olursa mahvolurum!” dersin ve terapistin sorar, daha gerçekçi olarak, “Şu, şu oldu, daha net ve ufak ölçekte ne olur?” Ve, sorular birbiri ardına gelir. Sanki “Balta nerde, suya düştü, su nerde, inek içti,” gibilerinden. Sonra? “Yandı, bitti, kül oldu!”
“Sonunda ölüm yok ya!” lafına şüphesiz milyonlarca kez “sonunda ölüm var” ifadesini çarpmışımdır. Çünkü, her canlı elbet bir gün ölümü tadacaktır. Yaşamak varsa, bir o kadar da ölmek vardır. “Canlı olmasaydın ölemezdin akıllım…”
Neyse efendim, uçağa dönelim. Diyelim uçak düşüyor, ne olur? İşte çığlık atarsın, ağlarsın, dine dönersin vb. Uçak da düşeceği varsa düşer. Sadece süreç karayollarındaki trafik kazaları gibi göz açıp kapayıncaya kadar sürmüyor. Biraz işkenceli bir gidiş özetle. Düşün, araba kaza yaparken de aslında “Durdurun, inecek var!” diyemiyorsun ki! Ayrıca dünyadaki karayolları kazaları sayısı her zaman havadakilerden fazla! Bir de bana sorarsanız, varsın uçak düşsün, giderim mis gibi. Öbür türlüsünde mazallah sakat kalmak da var. Gibi, gibi.
Özetle, olacakla öleceğe çözüm yok! Kaderci miyim? Ben mi? Tamam, sen trafik kazası sırasında kazayı durdurmayı ve inmeyi dene; “özgür irade”. Ben iyiyim böyle; bir hayli özgürüm zaten… (Bkz. Kabul etmenin özgürlüğü)
…
Anksiyete, güvende hissetmemek, öfke ve diğerleriyle nasıl güle oynaya yaşanır:
Tüm teknolojiyi bir kenara koyup, haritasız ve planlarla dolu defterlerden uzakta, sersem gibi adım atıyorum adaya. Hep bir adam olsun istedim; burası artık biraz da benim adam olabilir. Belki, bilmem.
Önce bir şeyler yiyip, işleri yapıp yollamak lazım. Sonra sakin kafayla bir ufak plan yapılabilir. Panik yok. Vakit var. Her şey yolunda.
Lattenin yanında gelen keke sevinirken bu vinç de nereden çıktı sabah sabah? Neyse, insan bir süre sonra seslere alışıyorlar bence. Elbet işi bitecek bir de; tüm gün sürmez herhalde. Sürmedi.
…
Otobüsle gideyim. Hmm 14:00’da, daha 2 saat var. Bekleyemem. Saatli vesaitleri sevmiyorum. Motor kiraliyim yine; hem bu sefer gideceğim yer daha yakın. Her yer kapalı. Şu motorcunun telefonunu ara. Geldi. Pazarlık et, kabul etti. İltifat etti; tatlı bir insan. Benzin almalıyım. Benzinci buradan değil dedi, merkeze dön, ana yoldan, hadi. 30-40 dakika bir şey. Tamam. Bu sefer hava sıcak değil, aksine montsuz motorla bir hayli fena. Git git bitmiyor. Ama, bu sefer daha kolay. Artık biliyor gibiyim. Sesi kulaklarımda, yaparsın derken… Ama, dikkatli ol derken.
…
Oh, sonunda döneceğim kavşak burada. Girdim de kasabaya. Şu çocuğa sorayım; İngilizce biliyor mu? Çok tatlı; el hareketiyle şöyle böyle yaptı çakalca. 8-9 yaşlarında. Bilemedi. Bir kız geldi, genç, 13-16 gibi. O da baktı, sağa git dedi. Bana doğru gelmedi ama gideyim bakayım. Aha, kasaba bitti ya!
…
Ben biliyordum sola gidileceğini; ne gerek vardı sosyalleşip yol sormaya? Güvendim. Oluruna bıraktım. Epi topu 10 dakika rötar. Bu arada yola çıkmam zaten 13:40’ı bulmuş. Varmam ise 15:00 sanki.
Oda kiraladığım yerin kapısındayım. Kimse yok. Arayayım. Geldi kadın. Tam bir Bodrumlu abla. Odamı verdi. “Okey?” dedi. “Okey :)”
…
Çok açım. Her yer kapalı, marketler bile! Sezon dışı geldim, açlıktan öleceğim. Otel ablası yemek verir belki? Dur şurada var bir yer. Park edip, yemek sorayım. Kalamari, grill? Okey! Bir kadeh de beyaz şarap lütfen. Of kafam iyi oldu.
…
Ulan Siesta tabi! 16:00 market de açılır dediler. Gittim. Domuz sosisi, şarap, cips, balık konservesi. Çikolata, çekirdek ve yoğurt. Ama, meyvalı.
Balkona geçelim. İşleri bitirelim. Okey?
…
İş biter. Düşünülür.
Kaybolmadım. Benzinim bitmedi. Evet, sağım solum ağrıdı bavulla motor sürmekten… olsun. Kimse saldırmadı. Kimse kötü bir şey demedi. Herkes en iyi gülümsedi, en kötü donuk baktı ama hep cevap verdi.
İşler yetişti. Biraz para harcadım dışarıda yiyerek, olsun. Önümüzdeki günler için alışverişimi yaptım. Odam güzel, balkon harika… dalga sesleri sadece. Bir de benim kötü müziğim.
Kapkaranlık. Hiçliğin ortası gibi. Yıldızları göremiyorum? Benim ekranımın ışığından mı, yoksa sis mi var acaba…
Uçak geçiyor sanki, bir de öyle bir ses var. Ama, sanırım bir kanala su girip çıkıyor dalgalarla, onun sesi gibi.
Makas alan motorcu delikanlı “Şimdi orada tüm cafeler, restoranlar kapalı; ıhhhh,” demişti. Evet, terkedilmiş barlar sokağı, ıssız liman, sokakta oynayan yerel ilkokul çocukları… Hiç ıhhhh gelmedi bana ya, sen bilirsin makasçı.
Makasçıdan çıkarken bağırdı bana “Leydii, leydiii!” diye, “Hı?” diye döndüm. Pasaportumu unutmuşum. Kızdı. “Sen ne yapıyorsun?” demeye getirdi. Sonra da, şakayla “Hiçbir yere gidemezsin, kalırsın Kos’ta ömür boyu,” dedi. “Oluuuuur!” dedim. Ne olacak ki?
Hediyelik eşyacıdaki kız yolları gösterir, sen espiri yaparsın, tütüncü Theresa da her şeyi uzun uzun, ince ince anlatır. Güvendeyim nasıl olsa.
…
Kontrolü bırakınca, olanı olana teslim edince… başka bir deyişle: Çabasız çaba. Eylemde bulunmadan eylemde olma hâli. Tüm özgürlüklerin en büyüğü! Tüm korkulardan, endişeden, karamsarlıktan kurtulma hâli.
Kos’ta tatilde süsü verilmiş, motorla 45 dakika 1 saat bilmediği yollarda dolanmış, aç kalacağım diye endişelenmiş, “Ne sosyalleşeceğim şimdi! Ne alaka…” diyerek gideceği yolu sormaktan kaçan … hepsinden büyüğü, herkes gibi en büyük korkusu yalnızlık olan bir canlının sürekli yalnızlıkla mücadele vermesi bu.
Düşünüyorum da, paylaşmazsak ne olur? Paylaştığımızı kim, ne kadar anlıyor? Şu an duyduğum sesleri, kokuları ne kadar anlatabiliyorum? Anlatsam ne olacak? Eee?
Ama, anlattım.
Filed under: Uncategorized | Leave a Comment