Dönsün Dünya

20Jul17

“Ay resmen 1 sene önce yazmışım en son!” şaşkınlığıyla başlamak nasip oldu yine. Sanırım geçen sürede hiçbir yere yazmadım ama çok konuştum. (Bence fazla konuştum.) Konuşmak çoğu zaman güzel olsa da, kendi kendine olan çabalarında (bkz. kendi küçük tarihin) pek bir işe yaramıyor kanaatindeyim. Öyle içki sofralarında boş boş konuşup onu bunu kurtarıyoruz ya; o cinsten. (Hep alkol yoktu ama, yanlış anlaşılmasın lütfen.)

Öncelikle yazınca gelen o saçma rahatlamadan dem vurayım, tam bir “Yaz, geçer,” havası essin. “Yazmasaydım delirecektim,” cümlesine sekerken buradan, itiraf etmeliyim ki delirmek için sebep çok, keşke yazmayla onu az da olsa hizaya getirebilsek. Ama, dur bakalım.

***

Bu ara böyle bir manik-depresif hallerdeyim. Bir uyanıyorum “Hayat çok güzel!” bir uyanıyorum sinsi bir mide bulantısı. Bir günüm bir günümü tutmuyor. Uğraşmıyorum, bıraktım kendi haline. İzliyorum. Neyin peşinde yine bu (bu: Kendim sandığım şey), diye diye…  İzlemek -ki en zor olanı-, sanırım tek tedavi/huzur yolu bu zamanlar. Yargılardan, çabalardan, savunmalardan, öfkelerden kurtaran. Tarafsız kalmanın araştırması gibi. Bir maçı yorumlamadan, sanki sadece elindeki içeceğin ve yemeğin tadını çıkarmak için bir de gözlerini bir yere takılı bırakmışsın gibi. İzlerken hayat kaçıyor olabilir mi peki?

Katılımcı olmak da var. Sınırlar çerçevesinde, olana içten gelen hisle evet ya da hayır diyerek minik bir seçim. Seçtiğini sanmak?! O hissi koyan kimse, onun tercihi olduğunu bile bile. Akışa bırakmak, tersine yüzmeye çalışmamak. Bunları yaptığın anları izlemek. Kendini enselemek!

Harıl harıl dedikodu yapıyoruz mesela, bir kaç dostumla son zamanlarla. Kendimizden geçe geçe verip veriştirirken hep içimden bir ses “Ama, dur ya, onu da anlamaya çalış,” diyor. Sonra başka bir ses de “Onu anla, bunu anla; anlama artık ya! Tadını çıkartsana! Bırak onlar çok gerekiyorsa yardım falan alsın, sana ne!” Öyle bir beyazla, karanlık alanların dansı. Karanlık da demeyeyim, çok dark bir kişi değilim. İyi ve kötü adledilenlerin bir arada durması sanırım bu. Hem çok “Anlıyorum, anlıyorum,”culuk, hem de “Ne anlıycaaaam beeaaaa!” şımarıklığı. “Az da beni anlasınlar amk!”

***

Dün bir yazı paylaştım: “İnsanların umurunda değilsiniz!” cümlesi tokat gibi çarpıyordu insanın yüzüne yüzüne. Gerisini karıştırınca “Hayat boş”lar, “Sık sık kendini değersiz hissedeceksin”ler falan. Bir yanda ise Metin Hara-Spritüelizm-Reklam/PR… İnsanlarda kocaman bir manevi boşluk; onu doldurmak için tuhaf tuhaf acayiplikler. Yahu evet, hayat boş ulan! Ve, evet sık sık kendini *öt gibi hissedeceksin! Okuduğun kitaplar, gittiğin doktorlar, yoga hocaları, spritüel herifler, gurular, sevgililer, aşklar, eşler, işler, topluluk halindeki şak şakcıların vs. hiç de seni tatmin etmeyecek! Olumlamalarla, evrene yollanan mesajlarla olmayacak o iş…

Hep sen kendin yaptın sanacaksın iyi bir şey olunca. Hep, kötü olduğunda suçlayacak birini ya da bir şeyi bulacaksın. Ego bu işte. Guard açmak/almak bu. Hayatta kalmak böyle bir şey. Tamam.

Bugüne kadar nasıl öğrendiysen hayatta kalmayı, bu andan itibaren de o yolda devam edeceksin. Başka doğrun yok ki! Bu suç değil ki… Kimse de egosuz olamaz ki!

***

Buradan nereye mi bağlayacağım: Çok da ahım şahım bir yere değil! 37.853 kere duyduğun, belki yer yer içinde bulduğun, bazen unuttuğun, bazen onunla koptuğun o şeye. “Unutma, senden büyük Allah var!”

O kadar işte.

İster buna teslimiyet (الإسلام) de, ister kader, ister yazgı. Allah de, tanrı de, evren de. Doğa de, ağaç de, güneş de. Uzay de, bilinç de, yüksek bilinç de. Büyük güç de. Ne dersen de -ki bizim kelimelerimiz asla yetmeyecektir.

Anlatmaya benim gücümün yetmediği, kelimelerin havada uçuştuğu şu anda, tam şurada, kalbimin az altında bir his o sanki. Ruhumu büzen de, havalandıran da o. Oradan bedenime yayılıp her bir hücremi titreten. Her seferinde gülümseten ve ağlatan…

Bana bu yazıyı yazdıran…

***

yoo, yooo sorumluluktan kaçmak değil bu! aksine, olan neyse onu teslim etmek var olana gerisin geri. onla bir olmak, onla bir akmak. olduğu gibi. her neyse, o işte o. tabii ki karar veriyorum, tabii ki işler hallediyorum; ama halletiren kim? o hissi oraya sokan kim? bir sabah gözümü öyle açan kim…

ben çok iyi biliyorum gücümün sınırlarını, güçsüzlüğümü, çabalarımı. çok iyi öğrendim aslında nerede durmam gerektiğini… çok şükürler olsun ki, ben durmamayı seçsem bile, beni durdurana minnetle.



No Responses Yet to “Dönsün Dünya”

  1. Leave a Comment

Leave a comment